AYASOFYA’NIN
MİMARİ BEZEMELERİ

Ayasofya’nın mimari bezemeleri tüm yapı boyunca eserin benzersiz mühendislik vasıflarını tamamlıyor ve onu yine benzersiz bir sanat eserine dönüştürüyor. Sadece kapılar bile bu gözlemimize yeterli destek oluşturabilecektir. Kapılar da yapının geri kalan unsurları gibi çeşitli müdahalelere uğramış ve en görkemli olanları, anlaşıldığı kadarıyla çok zaman önce parçalanıp Ayasofya’dan uzaklaştırılmışlar. Bunların ne yazık ki artık izini sürebildiğimiz kalıntıları bulunmuyor. En önemli kapı kuşkusuz ana mekâna açılan en ortadaki kapıydı. Anıtsal açıklığı ve yüksekliğiyle ziyaretlerde de en yoğun kullanılan kapı hâlâ budur. Günümüzde Bizans döneminden kalma kapılar yerine, ana gövdeleri neredeyse tümüyle boş en alt ve en üst kısımlarında ise kabartma dairesel figürlerle hareketlendirilmiş düz ahşap kanatlar var. İmparator Kapısı tabir edilen bu kapının sadece metal pervazlarının görkemi bile eski hâlinin bu ahşap kanatların çok daha ötesinde olduğunu bize anlatabiliyor.

Bu büyük ahşap kapılar anlaşıldığı kadarıyla Fossati müdahaleleri sırasında imal ettirilmişler. Nartekse geçişte ortadaki üç kapı özellikle etkileyici. Merkezdeki, sağ ve solda yer alan ve birbirine benzeyen iki taneden tümüyle farklı. Tam giriş eksenindeki bu anıtsal metal yapıtlar, bina kiliseyken, ana mekâna giriş yönünde çok görkemli haç motiflerinin sergilendiği bir düşey platform oluşturma görevini de üstlenmişler.

Açılıp kapanmayan kapılara bir diğer örnek ise güney galeriyi ikiye ayıran mermer panellerde karşımıza çıkacak. Aslında bir separatör duvar olan bu mermer panolar dizisinin üzerinde kapı görüntüsünü çağrıştıran kabartmalar bulunuyor. Hatta kilit deliği ve üzerine asılı anahtarı bile eksik değil. Muhtemelen figüratif bezemeler de mevcuttu ve ikonoklast dönemin ötesine geçemeyerek tahrip edildiler.

Eninde sonunda bu kapılardan Ayasofya’ya adım atmakla beraber insan, ölçek ve kompozisyon gibi bazı genel unsurlarda Roma’nın yanında hâkim olan yeni bir ruhla da karşılaşır. İşte bu tespitin önde gelen yansımalarından biri de sütun başlıklarıdır. Gerçi sütun başlıklarında da antik Yunan ve Roma’dan aktarılmış temel biçimler hâlâ yerli yerinde duruyor. Fakat 6. yüzyıl sanatı bu başlıklara nerede görsek tanıyacağımız yeni bir kimlik ekliyor.

Zemin katta büyük ana mekân ile onun arkasında kalan ikincil alanları ayıran sütun dizilerinde büyükçe, volütlü başlıklar kullanılmış. Başlıkların gövdesi sanki bir oya işçiliği özeniyle ince ince işlenmiş yapraklarla değerlendirilmiştir. Başlıkların zemininden çıkan yapraklar bütün gövdeyi sarar, kucaklar, belirgin sivri uçlarla köşelere kavuşur.

Ayasofya da kadim bir sanatı, mozaiklerin ışıltılıdünyasını bu kez ayaklarımız yere basarak biraz dateknik açıdan hatırlamamız gerekiyor. Ayasofya’daki mozaiklerin çok büyük kısmının hammaddesi cam. Altın ve gümüş olarak nitelendirilenler şeffaf cam ve çok ince bir katman metal birleşiminden oluşuyor. Cama oranla daha kısıtlı da olsa çeşitli renkte doğal taşların ve pişmiş toprağın da kullanıldığını biliyoruz.

Elimizde mozaiklerin nasıl yapıldığına dair, döneminden kalma bir belge de bulunmuyor. Bu nedenle, yapılmış bitmiş olanlara bakarak tahminler yürütmemiz veya çok daha yaygın olan fresko tipi tekniklerle ortak yönlerinden (kalın sıva tabakalarına ihtiyaç duymak gibi) yola çıkarak sonuçlara varmamız gerekiyor.